MelisaElis
18.Haziran.2019, 15:46
İmkânsız dediğimiz şeylere çözüm yolu bulmak imkânsız değildir.”<br />Bu satırları karaladı defterinin boş sayfalarından birine. Aslında bütün sayfaları boştu defterinin. Kim bilir en son ne zaman not tutmuştu girdiği her hangi bir derste. Uzun zamandır derslere girmez olmuştu ve derse girdiği zamanlarda da yaptığı şey bir şeyler okumak ya da bir şeyler yazmak oluyordu.<br />Canı sıkkındı uzun zamandır ki bu can sıkıntısı içindeki karanlığın gittikçe büyümesine neden oluyordu. Acımasız bir tümör gibi yayılıyordu bedeninin her bir zerresine. Onun ışığı yoktu. Karanlığa mahkûm gibiydi aylardır. Işığı gördüğü zaman kaçıyordu arkasına bakmadan kendi karanlık dünyasının derinliklerine doğru.<br />Hiç ışığı olmamış mıydı peki onun? Tabii ki olmuştu zamanında. Dünya üzerinde var olan ve göze en tatlı gelen, en hoş ışık ondaydı. Aşk ondaydı aylar önce, karanlık dünyaların vazgeçilmez parlaklığı.<br />Gidenin arkasından bakakaldı saatlerce, gidenin arkasından ağladı günlerce ve gidenin arkasından “gideni” yazdı satırlarca. Karanlığ a teslim etti kendini müebbedi kabul edip. Uzanan her bir yardım elini fütursuzca art çevirdi, gözyaşlarını silmek isteyen her elden kaçtı, o elin nereden geldiği bilmeden.<br />Kırk dakikalık gerilim halini alan, katılmak zorunda olduğu derslerde bunaltılarla mücadele ediyordu her gün. Okuldan çıkıp karanlık dünyasına doğru yol alıyordu bir an bile beklemeden, her gün. Gün ışığı katlanılmazdı, insanlar katlanılmaz ve sahteydi onun için. O ise aylar önce inmişti bu yalancı sahneden ve teslim etmişti kendini bir bilinmeze. Herkes ölmüştü, herkes ölmüştü ve ciğerleri oksijenle dolan herkes ölümü çoktan tatmıştı aslında.<br />Sadece koşuyordu karanlığa ulaşabilmek adına. Bir toplu taşıma aracıyla daha hızlı kavuşabilirdi karanlığına ama o koşuyordu durmadan. Aylardır kulaklarında çınlayan, sevdiğinin sesini bastırabilirdi araçların gürültüsü, korkuyordu. Bayılacak gibi olana dek koşuyordu. Amaçsızlık derman bırakmamıştı ama o bunlara rağmen koşuyordu ciğerlerine soluk gibi dolan aşk ile birlikte.<br />Ne demişti sevdiği ona? İmkânsız! Ama imkân dâhilinde olmayan hiçbir şey yoktu ona göre. “Birbirimize sahip olmamız gibi bir durum, ikimizde ölmeden mümkün olamaz.” Böyle demişti aylar önce. Ne demekti ki bu? Yani ikisi de ölürse beraber olabilecekler miydi? Kesinlikle!<br />Bir saat içinde sayfalarca yazdı, yazdı, yazdı… Duvarlara yazdı, bağırdı. Kâğıtlara yazdı, ağladı. Kollarına yazdı, kanattı. Duvarlarda onun adı vardı, kâğıtlarda ve kollarında da. Her yerde o vardı.<br />Karar verdi…<br />Vakit kaybetmeden sırt çantasını alarak sevdiğinin oturduğu eve doğru koşmaya başladı. Kaybedecek bir saniyesi bile yoktu. Saatlerce koştu, bir an bile durmadı. Aşk soluk olup dolarken ciğerlerine, özlem bir ebeveyn oldu ve bir ebeveyn şefkatiyle bez koydu terli sırtına.<br />Kapıyı çaldı…<br />Kapıyı açan sevdiğiydi ve onun gözlerine bakarak “İkimizin ancak ölünce beraber olabileceğini söylemiştin hatırlıyor musun? Bundan sonra hep beraber olacağız” dedi ve apartmanın merdivenlerini çıkarken sırt çantasından çıkardığı silahla önce sevdiğine, sonra da kendi kafasına bir el ateş etti.<br />Kana bulanmış merdivende yatan cesedi gülüyordu…